The Latest





Kusurlarımızı biz seçemeyiz, onlar bizim parçamız ve onlarla yaşamak zorundayız. Ama yine de arkadaşlığımızı seçebiliyoruz. Ve ben seni seçtiğim için çok memnunum. 


 Avusturalyalı 8 yaşında ki Mary horozundan başka arkadaşı olmayan yalnız bir kızdır. Amerikalı Max ise 44 yaşında Asperger sendromundan dolayı dış dünyayı anlamakta ve iletışım kurmakta zorlanan, yalnız bir insan. Mektup arkadaşı olurlar ve eğlenceli bir o kadar da akılcı vurgular yapan, hayata anlam katabileceğiniz sevimli animasyon filmimiz başlar.

  Mary büyüyüp genç bir kadın olurken; Max her zaman ki gibi hassas, düşünceli ve çikolata seven adamdır. Kusurlar arkadaşlıkta anlam kaybediyorlar. Kusurlarımızı,  kusurlarınızı sevdim bu filmle. Doğallık ve içtenlik her zaman çok şey kazandırır.  İletişim kuramayan bu iki insanın yakınlığı arkadaşlığı. ( Film bir yandan estetik geçiren güzelleşmek için her yolu deneyen Mary'nin tatmin olamayışını da anlatiyor. Altında modanin kötü etkileri de işleniyor.)

 Arkadaşlığı, sadakati anlatan bir yapıt. Gözden iki damla yaş akarkan o samimi gülümsemenizi farkedeceksiniz. İzlemenizi öneririm. Hele ki benim gibi animasyon izlemeyi çok seviyorsanız. Gülümsetirken, eğiten, ruha dokunan, biraz duygulandıran film canim Mary ve Max ^_^





 Altıncı Gün ; Benim söylemek için çırpındığım gecelerde,
Siz yoktunuz.

 Özdemir Asaf'ın güzel şiiri Lavinia. Lavinia, hayalimde ki muhteşem sevgili demekmiş. Aynı zaman da bir çiçek çeşiti, ölüm çiçeği...  Anlamını öğrenince daha bir anlam kattı her kelimesine. Günün en güzel saatleri bunlar yanımda kal diyor usta Asaf. Her sayfasın da ayrı anlam yüklü, yüreğine dokunan şiirler saklı bu güzel kitapta. Hepsi sayfalardan çıkıp kalbinize dolsun. Sevin, sevilin...

 En sevdiğim şiiriin bi dizesini de iliştirdim buraya "Seni bir akşamüstü düşündürebilirim." 





 Franz Kafka "Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu." diye başlar cümlesine.

 Gregor Samsa ailesine bakabilmek, yeni aldığı evin kirasını ödeyebilmek için bir şirkette pazarlamacı olarak çalışmaktadır. Bütün evin sorumluluğu onun omuzlarındadır. İş seyahati, toplantılar birbiri ardına giderken kendine ayıracak vakti yoktur Gregor'un. Annesi, babası ve kardeşiyle yaşamaktadır. Yataktan kalkmak istemediği bir sabah dönüşümü gerçekleşti Gregor'un. Artık bir böcekti. İşe gitmek şuraya dursun bulunduğu odadan çıkmayı göze alamayacaktır. Kendi vücuduna yabancı, gün geçtikçe keşfeden bir böcek. Hamam böceğini tasvir eder gibi anlatmıs Kafya bu böceği. Tiksinç vücuduna, tahammül edebilen bir ailesi yoktur. Bu durum da bile ailesinin geçimini düşünüyor Gregor.

 Baştan itibaren çok sevdim bu karakteri. Biraz da kendime benzettim. Kurulmuş bir saat gibi gitmek zorunda olduğu toplantılar, bakmak zorunda olduğu ailesi aklından geçerken sinmiş kuytu köselerde etrafı izliyor. Yapacak tek bir şey kalmamıştı artık. Kendi tiksinç yaşantısında, önce ki yaşantısını sorgulamaktan başka.
 Kafka'nin okuduğum ilk kitabinin etkisini büyük hissettim. Kendimi böcek gibi düşledim, yerine koydum. Bir de öyle baktım insalara. Üzerine çokça konuşulabilen bir kitap. Sonunda hepimiz bir Gregor Samsa'yız diyebilirim. Son olarak "Bir sabah dev bir böceğe dönüşmüş olarak uyansaydınız ne hissederdiniz?"




 Silence: Sessizlik, sukut. İnanç kavramını sıkça sorgulatan filmdir Silence... 

 Yönetmeni Martin Scorsese. Hristiyanligin yasak olduğu bir dönemde kaybolan Pederi aramak için yola koyulan iki citiesin bu yolda inançları uğruna yaptiklari mücadele ve yaşadıkları işkenceleri konu alıyor.  Japonya da yeşeremeyen Hristiyanlik, inandıkları uğruna ölen insanlar. İnsanların hayatı, pederlerin inandıklarını inkar etmesine bağlıdır. Filmde oyunculuğuyla dikkat çeken rahip ve arada bir gelip kaybolan chihisje, ölümden kurtulmak için inancını inkar edip her seferinde günah çıkarmak için Pederin yanında soluklanacaktir.



 Rahip inancını inkar edip Japonya da onların istediği hayatı yaşayıp ölene kadar gözetim altında tutuldu. Tek bir ibadet etmeden yaşadığı sahnelerde artık hristiyanliktan soyutlandığını düşünüyordum. Cesetinin yanına eşinin isa heykeli bırakmasıyla durumun farkına vardım. İnancın kalpte olduğunu gözler önüne seren bir seneryo. İnancı uğruna ölen, hayatta kalmak için yalan söyleyen, inançlarını devam ettirecek tek bir umut için herşeyi yapmaya hazır insanlar  gördüm.  Meraklandıran, duygulandıran bir film, izlemeye değer.

 Bir gün tek başına Vedat TÜRKALİ'nin kitabı, akıcı olmasıyla sayfaların ardarda nasıl bittiğini farkettirmiyor. Romanın kahramanı Kenan evli ve bir çocuk babası hali vakti yerinde bir adamdır. Geçmiş yıllarda siyasi olaylardan içeri alınmış ve kısa sürede çözülmüştür.

 Kenan kendine saygısı ve güveni olmayan geçmişiyle çatısmalı biridir. Bir gün Günsel ile karşılaşırlar. İlişkileri başlar. Günsel öğrenci hareketleri içinde aktif olan bir kadındır. Kenan, Günsel'de aşkı heyecanı bulur. Kenan eylemlerde yer almaz alsada uzaktan izlemekle yetinir. Kenan'ın bu korkaklığı yüzünden gittikçe ondan şüphe duyulmaya ve polis olduğuna inanmaya başlarlar. Onlara ihanet içinde olduğu kanısına varılmasına sebep olur.


 Siyasi sorunların, eylemlerin, öğrenci hareketlerinin içinde olduğu bir kitap. Günsel'in evli bir adamla iliski yaşaması onu içten içe rahatsız eder. Topluma ters olan bu durumu da içinde sindirmesi gerekir. Kenan ve konuşmaları çift kişilikliymiş gibidir. Hep bir çatışma hakimdir. Korku ve güven eksikliği eksilmemistir. Yakın arkadaşları ve sevgilisi ona inanmamıştır. Bu özellikleri onu bir gün tek başına bırakmıştır.


  Kişinin eşi, sevdiği kadın, değişen hayatı, olduğu yer ya da olmak istediği yer ne olursa olsun; kendi içinde ki güvensizliği, korkuları, endişeleri halledemediği / bastıramadığı sürece kendi başına kalması kaçınılmazdır
.









 Kategorize etmek: Beynimiz gördüğümüz insanı ilk 5 saniyede kendine göre kalıplara sokar. Ilk izlenim çok önemlidir. Kişinin imajı, duruşu, mizacıyla aklımızda ona dair bir takım karakter analizleri yapabiliriz.  Bu "kendine göre" ibaresi imaj, inançlar, statü, eğitim vb konularıyla görecelik gösterebilir.


 Kategorize etmek medyaya göre şekillenir. Medyanın bize sunduğu insan tiplemesi, modeller, diziler, filmler. Medya da yansıtılan yaşam şekilleri, lüks, trend ve moda anlayışı değiştikçe kategoriler de değişiyor. Medyanın yarıştırma, belli kalıplara sokma, insanları birbirine benzetme ve popüler kültürün birer tüketicisi haline getirme adımı. Belli kategorilere koyma ve sınıflandırmanın ileri hamlesi "ayrıştırma"... "Normal" dediğimiz kavramın dışına atma. Peki ne bu normal? Kime göre, neye göre normal? 
 Kategorize etmemek mümkün mü? Beyin bu eylemden kendini soyutlayamaz. Bilinçli olarak yapılan bir şey değildir. Bilinçaltından kontrol edilir. O halde kategorize etmek kaçınılmaz ise bile ayrıştırma boyutuna geçmeden empati yapmak daha insanca olmalı. 
                 
                                    "Kategorize Etme Beni"


Beni kategorize etme
Benle oynama
Yaftayı yapıştırıp
Bana isim koyma 😉





"Jagten" "Onur Savaşı" Thomas Vinterberg yönetmenliğinde Mads Mikkelsen'in başrolde yer aldığı 2012 yapımı bir dram filmidir. Film bir Danimarka kasabasında eşinden boşanmış kreşte çalısmaya başlamıs ve çocuğunu görmek ve yanına almak için mücadele veren Lucas'ı işlemiştir. Lucas aynı zamanda uğradığı iftira ile de mücadele edecektir. 
 Filmi izlerken sıkılmıyor aksine bu durumla nasıl başedeceğine ve insanların ne kadar çirkinleşebileceğine dair bir merak içinde oluyorsunuz. İzlerken zihnimde canlanan Sartre'nin "Cehennem başkalarıdır" sözü filmi çok iyi ifade ediyor.
 Çalıstığı kreşte küçük dünyasında karşılığını bulamadığı duygular sebebiyle yalan söyleyen bir kız çocuğunun yol açtığı sorunlar. Aileden biri gibi gördükleri çocuklarını emanet ettikleri Lucas'ı bir anda düşman kabul edip hayatı burnundan getirmeleri üzerinden devam ediyor film. Lucas tüm tehditlere linç edilmesine rağmen yaşadıģı yeri asla terketmiyor. Onu suçlayanlardan kaçmıyor ve en yakın dostlarının inanmayışına sitem edip yakasına yapışıyor. Film tam anlamıyla Onur Savaşı adlandırılmasını hak ediyor. 
Lucas'ın suçsuzuğu kanıtlanmıştır. Ancak hala şüpheler vardır. Filmin son sahneleri olan av sahnesinde bu göz önüne serilir. Hayal dünyası geniş olan bir kız çocuğu, suçlanan ve inanılmayan bir adam, psikolojik olarak etkilenen bir kasaba. Önyargı hakim ama her açıdan empati yapmak bu kült film için doğru olur. 

                                   "Cehennem Başkalarıdır" Sartre






 Saat 00.36 yeni başladığım dizi başladığım gibi bitmiş haftalar önce açtığım blog tek bir şey yazamadan bugüne gelmişti. Peki neden bir başlangıç yapmayayım ? Dedim ve ilk blog yazımı yazarken kendimi buldum 😌

 Tubistrak biraz tuğbayı çağrıştıran biraz ona hitap eden; Kültür, Sanat, Yaşam, Fotoğraf, Video güncel ilgisini çeken ne varsa yazmayı düşündüğü blogger hesabı... Edebiyata düşkün kafasının içinde saniyede değişen düşünceleri durduramadığı için bu aralar pek bir kitap bitirmeyi becerememiş kendini film izlemeye vermiş, şarkıları özenle seçip dinleyen, endişleri, korkuları, kusurlarını seven, somurtmak yerine gülümsemeyi tercih eden, gülümsemenin bulaşıcı olduğunu düşünen, "herkesin bir hikayesi vardir" kendi hikayesini yazan bir İletişim öğrencisi. Çokca heyecanlı yeni yetme bloggeriniz. En azından samimi demeniz beni çok sevindirirdi 😁

 Tubistrakin bloğuna hoşgeldiniz. Umarim benim için bu yeni soluk bir o kadar da eğlenceli ve zevk aldığım bir mecraya dönüşürken sizin de ilginizi çekmeyi başarırım. 
 Son olarak Sabahattin Ali'nin güzel şiiri ve Tuğkan'ın enfes sesinin mükemmel uyumunu buraya iliştiriyorum. Hey✋